26 Kasım 2016 Cumartesi

Salı Sallanır


Tek bir cümle insanın kafasına şimşek gibi inebiliyormuş.

Aha diyorsun kendi kendine bütün soruların cevabı işte bu cümlede...

Tekrar etmeye başlıyor beyninde kelimeler sürekli ve sürekli.

İnciniyorsun

Kendine kızıyorsun

Ve görüyorsun,görmekten kaçtıklarını

Öncesi ve sonrası.. ikiye ayrılıyorsun..

Artık sen, sen değilsin,

Hiç bir zaman eski sen olamayacaksın

Bir mucize olsa

O cümle hiç kurulmamış olsa diyorsun sonra

Biliyorsun...

Mucize  diye bir şey yok bu hayatta.




Not: Şiir gibi oldu bu böyle ama değil,Tamamiyle ruh halimin özeti.







18 Kasım 2016 Cuma

Anlam Arayışı

Günümüzde insanlığın gerçekten de en önemli sorunlarından biridir bu anlam boşluğu. Modern zamanlar bireyin birincil gereksinimlerini (yeme, içme, barınma) karşılamasının önündeki sorunları bir bir ortadan kaldırdıkça varoluşsal temel sorular ön plana çıkmaktadır. Frankl’ın, bireyin içine çekildiği “varoluşsal vakum tespiti” bu anlamda çok yerinde bir tespittir. Ama dini aşkınlığı bir çözüm önerisi olarak sunmasını, Frankl’ın çaresizliği olarak görüyorum. Çünkü din, günümüzdeki karmaşık sorunlara çözüm olabilecek yoğunlukta bir yanıt veremiyor bize. Bir yanıt, bir çözüm olmaktan ziyade bir kaçış, bir yoksayma, sorunlara karşı geliştirilen patolojik bir kaçınma davranışı örneği oluyor dinin önerileri. Frankl’ın da belirttiği gibi Adler’in nevrozun kökeni olarak aşağılık kompleksini yenmek için güç peşinde koşulmasını göstermesinin, günümüz gerçeğini tam olarak yansıtmadığını düşünüyorum. Belli örneklerde Adler’in açıklaması işe yarayabilir. Ama nasıl ki Freud’un, nevrozun kökenini cinsel güdülerin tatmininin engellenmesinde görmesi günümüzde geçerliliğini yitirmişse, Adler’in açıklaması da aynı şekilde geçerliliğini yitirmiştir. Yine de çözüm önerilerinin, Frankl’ın biraz “öğrenilmiş çaresizlik“ kokan önerilerine kıyasla günümüz hayat dinamiklerine daha uygun olduğunu düşünüyorum.
“Hayatın anlamı nedir?” sorusu terapötik olarak bir çıkmaz sokaktır. Çünkü en temelde hayatın bir anlamı yoktur. Freud bu soruyu soran kişinin hasta olduğunu belirtirken Anton Çehov kendisine bu soruyu yönelten bir dostunu şöyle yanıtlamıştır: “Bir havucun anlamı nedir? Havucun anlamı neyse, hayatın da o!” Öyleyse soruyu başka türlü formüle etmeliyiz. Hayatın anlamı nedir diye sormak yerine, hayatı nasıl anlamlı kılabiliriz sorusunu yöneltmeliyiz kendimize. Adler’i Frankl’dan ayıran en önemli fark budur bence. O “ne” sorusunun yerine “nasıl” sorusunu koyabilmiştir. 


Bu sorunun yanıtı nerede saklı? Hala bulamadım. 


Varoluş vakumu: Can sıkıntısı, durgunluk ve boşluk duygusu olarak yaşanır. Kişi  özgür olduğu zamanlarda ne yapmak istediğini bilemez. Kendine ve dünyaya inançsız bir biçimde bakar, yönünü bulamaz ve yaptığı her şeyin amacını soruşturur. ...Anlamsızlık ve boşluk duygularına genellikle eşlik eden bir başka duygu da yalnızlık ya da yalnız kalma korkusudur. 

Terapötik:Asalağı, doğrudan doğruya konakçı üzerinde ortadan kaldıran ilaç veya işlem.

24 Ekim 2016 Pazartesi

Çocuk


             Bilen bilir son bir kaç senedir İstanbul'daki toplu taşıma araçlarında ekranlarda ilginç,komik,eğlenceli videolar yayınlanıyor. Genelde yolcular göz ucuyla izler çokta ilgilenmezler aslında.
             Rutin metro seferlerimden birinde yedi yaşlarında üzerinde tavşan resimleri olan bir kız çocuğu dikkatimi çekti. Aslında dikkatimi çeken çocuğun içten kahkahasıydı. Baktım ekrandaki bir kediye gülüyor. Tamamen odaklanmış,sanki kedinin yanındaymış gibi. Sonra uzun zamandır böyle bir noktaya odaklanamadığımı düşündüm,dünyayı unutup araya hiç birşey koymadan başka bir boyuta geçemediğimi.O anlar yaklaştığında gerçek dünyaya dönmemi sağlayan görünmez iplerimi hissettim birden. (düşüncelerimi yani)
              Öğreneceğim daha çok şey var gibi tekrar çocuğu izlemeye koyuldum. Tabii ki benim farkımda değildi,olmasını da istemiyordum zaten.
              Normal insanın bile tutmakta zorlanacağı demirlere zıplamaya başladı sonra. İlk deneme başarısız.İkinci deneme başarısız. Parmaklarıyla demire dokunabiliyor ama bir türlü kavrayamıyor. Defalarca zıpladı sonra,sayısını kaçırdım.Her zıplayış başarısız ama vazgeçmiyor bir türlü. Babası kızdı yerine oturmasını söyledi. Önce biraz durakladı,geri çekilir gibi oldu. "Devam et" dedim içimden."Vazgeçme". Vazgeçmedi. Dinlemedi babasını. Tekrar zıpladı,yine zıpladı. Her sıçrayışta eğlendi, zevk aldı. Sonunda farklı bir yol denedi ve demiri tutmayı başardı. O an ki mutluluk o kahkaha görülmeye,duyulmaya değerdi. Babası ile paylaşmak istedi, adam pek oralı olmadı. Yetişkinlerin hastalığı görülmeye değer herşeyi kaçırmak.
               İnerken çocuğa "devam et" dedim. Tutamadım kendimi :) Baba arkamdan kötü kötü baktı, hissettim.
               Çok özel bir çocuk büyüyor. İçinde dünyayı değiştirecek güç var. Belki biz değiştirene kadar bütün çocuklar böyledir. Yine de tavşanlı kızın büyümüş halini görmeyi çok isterdim. Fotoğrafını çekmediğime üzülüyorum şimdi bu yazıyı yazarken.

Not: Biz üzerimizde tavşan resimleri taşımadığımız içindir belki inatla zıplamayı unutuyoruz ,kim bilir. :)
             

16 Ekim 2016 Pazar

Zita-5


Bir insanı sahiplenmeden sevebilir misiniz?

Aslında insan kendinin olanı sevmeye meyilli,senin olan bir kalem senin için kıymetli,hele de anlam yüklediysen üstüne daha da değerli. Peki bu hissedilen duygu gerçek mi?

Bir insanı sahiplenmeden sevmek benim de alışmadığım bir duygu.Belki daha güç ama kesinlikle daha gerçek.Çıkarsız,beklentisiz hatta saf.

Kendi saf duygularımla övünüyorum müsade ederseniz.

Yaşadığınız ilişkide kaçınız tırnaklarını karşısındaki kişiye geçirmeye çalıştı? Merak ediyorum.Eminim bir çoğunuz bunu yaptınız,geçmişte ben de yaptım. Şimde  dönüp bakıyorum. Beni yönledirmeye çalışan bir kalıba sokmaya çalışan,isteklerini bana kabul ettirmeye çalışan insanlar olmuş hep hayatımda.Onlar bana tırnaklarını geçirmiş ben onlara,onlar benim canımı yakmış,ben de onları yönlendirmek istediğim için çok yorulmuşum, sonunda da sıkılmışım.Pes etmişim. Hep bir kaçış hikayesi ile bitmiş bu ilişkiler.

İki insanın birbirinden bağımsız hareket edebilmeleri birbirlerini kısıtlamadan,birbirlerinin tahammül sınırlarını zorlamadan ama birbirlerine bağlı hissetmeleri güzel olan. Olması gereken. İnsanlar birbirlerini bir yola sokmaya çalışmamalı,istedikleri sürece aynı yolda yanyana yürüyebilmeliler sadece. (Yine de ihmal etmek/edilmek çizgisinde ince bir ayar olduğu kanısındayım,bu noktayı kurulan denge belirleyebilir ancak,değişkenlik gösterir herkese göre... tabii  bunlar hep teori :) )

Kolay yapamıyor insan bu söylediklerimi  itiraf etmek gerekirse. Belki zaten çoğunuz benzer sonuçlara benimkiler gibi benzer deneyimlerle ulaşmıştır.
Bunu yapabilmek için ego denen o canavarı bir kenara bırakmak gerekiyor.
Mİii acaba?? (korkular) diye biten soruları bir kenara bırakmak gerekiyor.
Bazen kendinizle savaşmanız gerekebiliyor mesela.
Kendinize ve karışınızdaki kişiye güvenmeniz gerekiyor,
Ve açık olmak gerekiyor.Oyun oynamadan.

Ama en önemlisi sizin gibi düşünen birinin karşınızda olması gerekiyor, Zita gibi.

Sanırım işin anahtarı olduğu gibi kabul edebilmek ,bir insanı olduğu gibi sevebilmek.


Not: Korkular aslında insanın hayatını,seçimlerini yönlendiren,hatta hareketlerini tavırlarını etkileyen. Bunun üzerine uzun uzadıya yazılır çizilir,konuşulur.

Dip Not:Zita-4 de mutlu sonla biten bir hikaye olmayacak demişim pesimist pesimist (sonlar mutlu olmaz  zaten,bu ne yaman bir çelişki böyle )

Zita'da diyor ki mutluluk bir varış noktası (hedef) değildir,yoldur (yaşam tarzıdır,süreçtir)  ;)  iyi ki var...









7 Ağustos 2016 Pazar

Zita-4

Bir insan yara almadan kaç cephede birden savaşabilir?

Saçma bir soru oldu.Her savaş yara demek.

Başa dönersek aslında her şey müzikle başladı. Müzikten tutkulu bir şekilde zevk alan insan az.Müziksiz yaşayamayan,müzikle kendini tamamlayan,müzikle kendini tanımlayan insanlar. Kaçacak sakin bir liman arayan insanlar.Zita da onlardan biriydi işte.
Ben ona müzikle birşeyler söyledim,o bana müzikle kendini anlattı.Ben ona müzikle olmak istediğim yeri tarif ettim,O müzikle o yer için  yol tarifi istedi.

Sonunda da beklediğim yeri buldu.

Peki ne olacaktı şimdi?

Mutlu sonla biten bir hikaye olmayacaktı bizimkisi. Orası kesindi.

Bir ömrü "keşke" nin arkasında ki yaşamı merak ederek geçirebilirsin.Belkide güzel olan budur,kimbilir.










24 Temmuz 2016 Pazar

Zita-3



İnsanın yaş alırken edindiği şeylerden biri de gerçekleri daha kolay kabullenmek sanki.
o gençlikte kalan umut dolu savaşma isteği yerini kaybedeceğin savaşa girme! ye bırakıyor. Herkes kendi  yarattığı konfor alanlarına sıkı sıkıya bağlı.

"Neden durduk yere ağrısız başıma dert alayım ki"
"Zaten ne olacağıda belli değil"
"Şu an böyle hissdiyorum daha sonra o da öncekiler gibi olacak"
"Ne gereği var"
"Sonucu belli"
.
.
.
Yukarıda ki bahaneler hepimiz için çok tanıdık.
Her biri bizi limana bağlayan halatlar gibi. Bazen dalgaların kuvvetiyle yıpransalar da gemiyi serbest bırakanı neredeyse hiç yok gibi,İnsanlar kendi gemilerinin içinde elinde bir kibitle bekliyor sanki.
Sonuna kadar yanan kibrit sönüyor,bir umut insanoğlu yeni bir kibrit daha yakıyor.
Ne yazık ki her defasında kendisini yaktığının farkına varamıyor.
Göremiyor  suya kavuşmak için aslında gemileri yakmak gerektiğini.

Zita da böyle biri.Senin gibi benim gibi.  Bugün elinde bir kibritle kendini yaktı. Gördüm.

:(

30 Haziran 2016 Perşembe

Zita-2



            Zita ile tokalaşıyorum. Elleri yumuşak tokalaşması sert. Tokalaşmak dokunmak demek, çoğu insanın ilk izlenimi için önemli,benim için de öyle.Elimi iyice  kavrayan eller hep daha güvenli sanki.
Onun elleri yumuşak,toklaşması keskin hareketli ve sıkı. Önce biraz sıkıyor sonra biraz daha sıkıyor,bunu bir iki saniye içerisinde yapabiliyor.Sanki sana özel sanki bana özelmiş gibi. Hiç bir zaman bilemeyeceğim. İnsan saniyeleri sadece saydığında aslında ne kadar uzun olduğunu kavrayabiliyor , benim için o an saniyeleri saymaya ihtiyaç kalmıyor.
            Zita ellerini nereye koyacağını bilemeyen kadınlardan. Hani bazıları vardır kolunda imdadına yetişecek çantası yoksa elleri-kolları bağımsız hareket etmeye başlayan ,o da onlardan. Kollarına sarılıyor,hareket etmek isterken duruyor, Zita gergin, kendine söz geçiriyor. Demek ki  kendine söz geçirebiliyor. Neden bu kadar gergin?
       
            Benimle ilgili sadece adımı biliyor,sanki ben onunla ilgili herşeyi biliyorum.
         


29 Haziran 2016 Çarşamba

Zita


Zita henüz 32 sinde bir kadın.Bağışlayın aslında yaşını bilmiyorum,sanki tam da 32. Hala bedeninde çokca gençliğin az da olsa olgunluğun izlerini taşıyor.
İçten bir gülümsemesi var.O gülümsenin görülebilmesi  için diğer insanların dikkatli olmasına ihtiyacı var.
Her gözle aynı seviyede olan  bakışları var.Meydan okuyan gözlerini büyük gözlüklerinin arkasına saklayamıyor,sakladığını sanıyor.
Hem beli belirsiz hem çok net.
Bir vücutta  bu kadar beyazı, bu kadar siyahı görmek şaşırtıyor beni.
Şaşkınlığım alev alıyor.

Uzaktan bakıyorum uzun zamandır ilk defa dikkatimi çeken bir kadına.Bir insan aynı zamanda hem bu kadar uzak hem bu kadar tanıdık nasıl olabilir? diyorum.